Camın Şairleri...


Başlıktan bir şey anlamadınız dimi :) Zaten biz de ilk başta anlamamıştık sıkıntı yapmayın yani :) Pazar günü eylem bittikten sonra eşim ile yolda yürürken şans eseri gördük, iyi ki de gördük diyebileceğim nadir sergilerden biri oldu, hayran kaldım. İlk olarak sergi ücretsiz desem sanırım ilginizi çeker, evet doğru okudunuz ücretsiz, herhangi bir kar elde edilmeden açılmış bir sergi. Emile Galle, Daum Kardeşler ve Rene Lalique'e ait emek ve sabrın muhteşem elleri birleşince demek bu çıkıyor ortaya.




Biraz bu sanat hakkında bilgi paylaşayayım bari; Art Nouveau(Yeni Sanat), XX. yüzyılın başlarında Avrupa'yı etkileyen süslemeye dayalı bir sanat akımıydı. Art Nouveau özellikle mimari ve dekoratif alanda yenilikçi form ve düşünceyi esas almış, mobilya, obje ve cam gibi işlevselliği yüksek araçlara kalite ve yaratıcılık kazandırmıştır. Estetik dekoratif süslemelerin yanı sıra, botanik bilgisinin de sıklıkla kullanıldığı bir sanat akımı olarak tarihe geçmiştir.


Fransız cam sanatının bilinen en önemli temsilcilerinden ve Art Nouveau'nun öncü sanatçısı Fransız tasarımcı Emile Galle felsefe, edebiyat ve botanik eğitimi almıştı. Eğitim yıllarında cam sanatı ve mobilya tasarımı alanında çalışmalar veren sanatçı zamanla çeşitli cam süsleme teknikleri araştırmış ve yeni dönem cam sanatı yapmıştır.

Özel ve seçkin tasarım ürünleri olan Art Nouveau ve Art Deco objelere olan ilgi ve talep 1960'lardan başlayarak artarak sürmektedir.

Eğer sergiyi gezmek isterseniz ki bence kesinlikle gezmelisiniz 

Arkas Sanat Merkezi'nin kapıları 27 Nisan 2014 tarihine kadar ziyaretçilerine açık.

Pazartesi hariç her gün 10.00-18.00
Perşembe günü ise 10.00-20.00 arasında gezebilirsiniz :)


Gazeteciler "Özgür Basın" İçin Yürüdüler

İstanbul'da gazeteciler "özgür basın" talebiyle Cağaloğlu'ndan İstanbul Valiliği'ne yürüdüler. Çok sayıda gazeteci katıldığı eyleme vatandaşlar da destek verdi.

Gazetecilerin açıklaması şöyle:

"Gazetecilik, uzun yıllardır iktidarların baskısı altında inim inim inliyor. Telefonlarla gelen talimatlar, sansür ve otosansür gazetecileri boğuyor. Baskı, sansür ve otosansürün ne kadar yakıcı olduğu son iki hafta içinde gözler önüne serildi.

Başbakan, gazetelerdeki haberlere, televizyon canlı yayınlarına ve hatta alt yazılara müdahale etmekte tereddüt etmiyor, "bunları böyle tek tek arayacaksın" diyebiliyor.

Bir genel yayın yönetmeni, gazetesinde yayınlanacak bir kamuoyu araştırmasını iktidar lehine değiştirmeyi düşünüyor, hatta bu 'cin fikri'ni üst yöneticisine teklif ediyor.

Bir başka yayın yönetmeni, iktidarın ve patronun baskısıyla yazarlarını işten çıkarmak zorunda kaldığını açıklıyor.

Bunlar demokratik bir hukuk devletinde, basın özgürlüğünün bulunduğu bir ülkede söz konusu olamaz.

Peki bunlar neden Türkiye'de oluyor? Daha da önemlisi bunlar neden Türkiye'de büyük fırtınalar
koparmıyor? Sivil toplum örgütleri, sendikalar, siyasi partiler ve daha da önemlisi haber alma hürriyeti zedelenen halk, neden ayağa kalkmıyor?

Bu boş vermişliğe, bu tepkisizliğe son vermek için biz bugün sokaktayız.

Medyanın itibarının ayaklar altına alınmasının sorumlusu tek başına iktidar değil, olamaz.

Baskıya ortak olan gazete ve televizyon patronu da, gelen telefonlara "emredersiniz" diyerek haberleri sansürleyen medya yöneticisi de, daha haberi düşünme aşamasında otosansür uygulayan gazeteci ve televizyoncu da sorumludur.

Evet, burada kolektif bir zafiyet var. Ama artık yeter. Bundan sonra susamayız, susmamalıyız.

Gün, yaşananları halının altına süpürme günü değil, gün öz eleştiri yapma günü; gün, mesleğimize dört elle sarılma günü; gün gerçekleri alabildiğine yazma ve baskılara direnme günüdür.

Gün, yıllarca iktidar baskısı karşısında gazetecileri feda edenlerin, gazeteciler haksız şekilde ceza evine atılırken gözlerini kaçırıp ıslık çalanların, iktidarla iş tutmak adına gerçekleri eğip bükenlerin meslektaşlarından 'ama'sız özür dileme günüdür.

Gün, gazeteciliğin ve gazetecilerin ayağa kalkma günü; halkın haber alma hakkının arkasında durma günüdür.

Unutmayın, iktidarlar gelir geçer, asıl olan gazeteciliktir.

Ve, "Alo Başbakan, Artık Yeter"... Şiddeti alenen övmediği sürece en aykırı görüşlerin bile kendine yer bulabildiği rejimlere demokrasi deniyor... Öte türlüsüne ne dendiği ise günlerdir Türkiye'nin gündeminde..."
Kaynak: Onedio.com

Aslında söylenecek çok şey var nereden başlama konusunda bir fikrin yok. Bu hükümet devletin başına geldiğinden beri başımıza gelmedik kalmadı. Dünya da en çok gazetecileri hapiste olan ülkeler arasında birinci sıradayız. Canım ülkem benim... Bu kadar sansürler ortalarda dolanırken halkın uyuması da bir garip zaten neyse. Farkındaysanız Uğur Dündar, Ali Kırca, Reha Muhtar gibi gazeteciler, haberciler bir şekilde ortadan kayboldu ya da kayıp ettirildi. Umarım yaşlanacağım güne kadar geçen süre zamanda  gazetecilerin gerçekten özgür ve bağımsız oldukları bir dönem dünya da yaşanır... İktidarların, siyasetçilerin elinde olmadan haber yapılabilir...



Biz kadınları hiç sevmedik!

Saçlarını sevdik, hele bir de sarışınsa daha çok sevdik
Ağızlarını sevdik, hele bir de şehvetli ve dolgun ise daha çok sevdik. 
Göğüslerini sevdik bacaklarını sevdik, hele bir de sütun gibiyse bayıldık. 
Kalçalarını sevdik... 
Gerçekten güzel vücutlu ve "çıtırsa" daha çok sevdik... 
Yolda, arabada, televizyonda, internette onlara hep "baktık"
Her yerlerine iyice ve dikkatle baktık.

Pek iyi görememiş olacağız ki bir daha baktık. 
Bir daha ve bir daha... 
Kadınların her yerlerine baktık ama gözlerine ya hiç bakmadık ya da baktığımızda çok geç olmuştu... 

Biz kadınlara çok dokunduk! Onlar istese de istemese de dokunduk. 
Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu. 
Eh! Yozlaşan toplum ve geç gelen hatta hiç gelmeyen adalet olunca da 13-14 yaşındaki çocuklara bile dokunmaya başladık! Sapık damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı çünkü sapık diye haykıran ne kadar azdı! 

Kadınlara dokunmada dünya sıralamasında üst yerlere geldik... 2009 itibariyle rakamlar oldukça "umut verici!!! "

% 40 ını sürekli dövdük
%45 ine duygusal şiddet uyguladık (küfür, hakaret, küçük düşürme) 
%16 sına zorla sahip olduk (ve olmaya devam ediyoruz) 

Tüm bunlara maruz kalan her 3 kadından biri intihara kalkıştı ama biz hiç oralı olmadık (hem bize ne değil mi? Fener ya da Cimbom maç kaybedince çok üzüldük ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık) 

% 9 una daha masum birer çocukken bile dokunduk. 

Ama onlar hep sustular. Çünkü konuşsalar kimse inanmazdı. "kim bilir neler yaptın ki sana tacizde ya da tecavüzde bulundu amcan ya da komşun" bu da sana ders olsun, türünden tepkiler görecekti. 

Ama bu ders o kadar acıdır ki biz erkekler bilemeyiz. Bizlere sorduklarında %25 imiz "bazı durumlarda kadın dövülür" demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik. İslami öğreti yalanları ile kadınları, kız çocuklarını bizlerin kölesi yapmaya başladık ve bu çabalar sonuçlarını vermeye başladı. Artık kadınlar o bildiğiniz kadınlar değil! . 

% 51'i erkekler ile tartışmayı bile "saygısızlık" sanıyor artık. %36'sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış ya da inanmak zorunda kalmış. % 52'si "erkek kadından sorumludur" diyecek kadar kadınlığını unutmuş ya da unutturulmuş. % 49'u "erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir benim itiraz hakkım olamaz" diyecek konuma gelmiş ya da getirilmiş! 

Hal böyleyken kabul edelim biz kadınları kullanmayı çok sevdik. Evde, işte, siyasette, okulda kısacası her yerde... 

Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep. Onlardan vitrin yaptık, imaj yaptık. Başörtülü, normal türbanlı, modern türbanlı ve türbansız... 

Parti çalışmalarında kapı kapı dolaşanlar hep kadınlardı. Koşturan ve çabalayan hep kadınlardı. Miting olduğu zaman onları ön sıralara toplayıp karanfiller attık üzerlerine ve iki lafın birinde anam, bacım edebiyatı yaptık ama "ananıda al git" demek bize daha çok yakıştı! 

"Cennet anaların ayakları altında" diye diye büyütüldük ama anaları hep ayaklarımız altında çiğnedik, ezdik, tepikledik... 

14 şubat sevgililer günü ya da anneler gününde bir kaç saat ara verdik ama sonra yine ezmeye devam ettik. 

İş verirken bile onları hep düşündük! İş yerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile bayan eleman aranıyor ilanı vermeyi çok sevdik. 

Bu ülkede kadın olmanın ne kadar zor olduğunu biz erkekler bilemeyiz. Çünkü artık konuşmuyorlar, konuşamıyorlar, konuşturulmuyorlar. 

Dini sömüren ve kullanan karanlık zihniyet kendi kadınlarını yetiştiriyor. Susan, itaat eden ve kaybolmuş kadınlar... Kızlar... Hatta çocuklar... Arada vizyon ya da imaj için ortaya "sürülen" kadınlara bakmayın siz onlar da biliyor "kullanıldıklarını" ama artık düzen kurulmuş. 

Bu ülkenin kurucusu Atatürk 1930'lu yıllarda Türk kadınına dünyadaki birçok çağdaş ülkeden önceden hak ettiği hakları verdiğinde umutlanmıştık. Çünkü o Atatürk'tü ve Kurtuluş Savaşında bebeğinin kundağında mermi taşıyan anayı ya da cephede erkeği ile göğüs göğüse savaşan bacısını unutmamıştı. İhanet edemezdi ve etmemişti de. Ama biz ihanet ettik! Türkiye nereye gidiyor? Diye soruyor herkes birbirine. 

Oysa cevap ne kadar da açık değil mi? Türkiye hızla ve şevkle karanlığa gidiyor. Hatta koşuyor... 

Çünkü kadın yok oluyor, yok ediliyor... 
Benim annem, kız kardeşim, sevgili kızım yok oluyor... 

Kadını yok olan ülkenin gideceği yol bellidir. Karanlık ve onursuz bir gelecek... 

Bu işi planlı yürütenler islami motifler ya da örnekler ile kadının ikinci sınıf konuma gelmesini doğal karşılamamızı bekliyorlar. Bu işe Kuran-ı Kerim'i ortak koşmaları ne acı... Mesela miras hukuku; erkek çocuğa 2 pay, kız çocuğa 1 pay ya da kadının erkeğe itaat etmesini empoze eden garip ayet ya da sureler... Belli ki burada büyük bir istismar var. Çünkü tüm Tanrı'nın kendi yarattığını aşağılaması söz konusu bile olamaz değil mi? Kuran'ı kendi amaçları için yorumlayanlar kadını ikinci plana atmayı çok seviyor olabilir ama biz hiç sevmedik. 

Lütfen artık kadınlara beyinleriniz ve gözlerinizle bakmaya başlayın. 

-Yıldırım Türker

Zordur kadın olmak

Siz bu yazıyı okuyup bitirinceye kadar geçecek sürede, dünyanın çeşitli yerlerinde 12 milyon kadın kocasından, abisinden, babasından, sevgilisinden dayak yiyecek. Bunlardan 1 milyonu, yediği dayağın izlerini en az bir hafta bedenlerinde taşıyacak. 10 bini, o izlerden hayat boyu kurtulamayacak. Ve 120’si hayatını kaybedecek. 

İyi haber; Bu rakamlar gerçek değil. Ben uydurdum. Kötü haber; Bu rakamlar çok daha yüksek olabilir. Çünkü, aile içi şiddette çoğu kez, kol değil kafa bile kırılsa, yen içinde kalıyor. Çünkü, bu öylesine büyük bir ayıp, öylesine ağır bir insanlık suçu ki; kadınlar utanıyor. Bazen kendileri için, bazen kendilerini dövenler için. Oysa utanmamalıyız, saklamamalıyız. Deşifre etmeliyiz, teşhir etmeliyiz.







KEMAL DOĞULU (Şarkıcı)
Hani onlar çiçekti?






METİN AROLAT (Yönetmen - Müzisyen)
Başarılı olurlar diye mi kadınlara fırsat verilmiyor?








Dini baskı tüm baskıların üzerinde







FURKAN KIZILAY (Oyuncu)
Kızların küçük yaşta zorla evlendirilmesinden utanç duyuyorum








GÜVEN KIRAÇ (Oyuncu)
Doğum kontrolü yapıyorlar diye dayak yiyorlar




UZM. DR. NURİ SOYSAL (Plastik cerrah)
Kadınlar yuvasını korumak için estetik ameliyatı zorunlu hissediyor




EMRE ALTUĞ (Şarkıcı)
İşverenlerin emziren anneye anlayışı vicdani sorumluluk




JOST LAGENDIJK (Politikacı)
Bu ülkenin kadınları arasındaki derin fark beni çok şaşırtıyor




PROF. DR. CELAL ŞENGÖR (Akademisyen)
Devletin en tepesi bile kadın erkek eşit değil diyor








KEREM TUNÇERİ (Basketbolcu)
Kadın sürücüleri taciz etmekten keyif alıyorlar








ERDİL YAŞAROĞLU (Karikatürist)
Her şeyi veremiyorsan bari okuma hakkını ver.






VOLKAN KONAK (Şarkıcı)
Kadın bir seviyedir hep yüksekte tutalım







AHMET ÜMİT (Yazar)
Kadın yaşamın sürekliliğini sağlar ödülü dayak ve küçümsenmedir







NURİ ALÇO (Oyuncu)
Namus bacak arasında aranmaz




MURAT DALKILIÇ (Şarkıcı)
Kadın üstünde egomuzu tatmin ediyoruz








MEHMET TURGUT (Fotoğrafçı)
Eğitimsizlik vahşileştiriyor









GÜRSEL TEKİN (Politikacı)
Kadının olmadığı yerde erkek olmaz

Kes Sesini Tayyipp !

Bu sözlerimin hepsi sana ve senin götünü yalayan insan demeye bin şahit isteyenlere boşbakan!

Bizden o kadar korkuyorsun ki artık en son çare internete de sansür getireyim dedim dimi! Ama yemezler sen ve senin gibi insanımsıları bu halk yemez oğlum!

Ne oldu yolsuzluk yaptığın ortaya çıkınca tüm dolarların da gitti, tabi keselerin boşaldı tıpkı aklın gibi oldu nereden sonra bunları nereden yolsam mı dedin ? Aferin iyi akıl vermişler sana. Ama bunun hesabı sorulacak elbet dediğin gibi sandıkta!!
Senin yüzünden şu an bir çok şeyi haber yapamıyorum. Düşünce sınırlaması olmaz bunu sana kimse öğretmedi mi? Gerçi öğrenememen gayet normal çünkü düşünmek için önce beyin gerek ama neredeee... Kes artık sesini nasıl bu kadar yüzsüz olabiliyorsun?

Sende biliyorsun ki mısır devriminde, tıpkı gezi olaylarında yaptığımız gibi internetten haberleşmişti. Yönetim interneti kapattı, insanlar kendi intranetini kurdu. Ona engel oldular, insanlar telefon hatlarından birbirlerine ulaştı. Hatları kestiler, insanlar telsiz ile mors ile haberleşmelerine devam ettiler.

Bunlar hep gezi parkında insanların düşünce özgürlüğünü kullanarak internette haberleşmesi sayesinde senin rahatsız olmandan dolayı hep.

Düşünce özgürlüğünü durduramazsın boşbakan. Uğraştıkça batacaksın tayyo sen engelleyeceksin biz aşacağız...

" Doğaya Dokun! "

9. Dağ Filmleri Festivali 25 Şubat’ta başlıyor.

The North Face’in sunduğu ve bu yıl “Doğaya Dokun!” temasıyla yola çıkan 9. Dağ Filmleri Festivali,  25 Şubat - 2 Mart 2013 tarihlerinde; doğa, keşif, macera ve belgesel sinema tutkunlarıyla buluşuyor. Dağ Kültürü Derneği ile Mineral Event tarafından düzenlenen festivalde ödül rekortmeni filmlerin yanı sıra macera ile adrenalin dolu toplam 47 film izleyicilerle buluşacak. 

Türkiye'nin, doğa, keşif ve macera konulu, ilk ve tek film festivali olan Dağ Filmleri Festivali,  25 Şubat'ta, The North Face®’in ana sponsorluğunda İstanbul Beyoğlu'nda, izleyicileriyle buluşuyor. 2 Mart'a kadar sürecek festivale, Fransız Kültür Merkezi, Galatasaray Aynalı Geçit ve Pusula Sanat Merkezi ev sahipliği yapacak.

Dünyanın en iyi doğa filmleri bu festivalde birleşiyor.

Festival Dünya festivallerinde gösterilen 600’den fazla film arasından seçilen 2014 seçkisi toplam 47 filmden oluşuyor. Filmler; “Dünyadan”, “Keşif Ruhu”, “Doğa-Çevre-İnsan”, “Su Dünyası”, “Bisiklet” ve “Kayak” olmak üzere, 6 tema başlığı altında toplanıyor. Seçkide; rafting, dalış, dağcılık, kaya tırmanışı, base jump, kayak, dağ bisikleti gibi doğa sporlarının yanı sıra, çevre ve doğa belgeselleriyle gezi, keşif ve insan hikayeleri de yer alıyor.

Filmlerin yanı sıra birbirinden önemli iki fotoğraf sergisi de bu festival kapsamında yer alıyor.Fransız Kültür Merkezi’nde açılacak “Doğaya Dokun” sergisi doğa ve ona dokunan insanın hikayesine odaklanacak.

“Gala Bataklığı” fotoğraf sergisi ise bir usta fotoğrafçı Ersin Alok’tan. Hazar Denizi kıyısında ortaya çıkarılan prehistorik çağa ait kaya üstü resimlerinin yer alacağı sergi Pusula Sanat Galerisi’nde izleyiciler ile buluşacak. doğaKesinlikle katınılması gereken bir festival olduğunu düşünüyorum.